Hayatımızda gizemine erişemediğimiz her gerçek ya da doğa üstü fenomenin bir kılavuzunu yaratırız. Bu kılavuz kimi zaman keşfettiğimiz bir şeydir kimi zaman da ilmek ilmek dokuduğumuz, geliştirdiğimiz. Yapay zekânın hayatımıza hükmettiği, seçimlerimizde bizi yönlendirdiği, duygu ve düşüncelerimizi etkilediği, sohbet ederek yol arkadaşı olduğu ve beraber olduğumuz insanları belirlediği bir çağda, kılavuzunu da keşfetmeye çalışıyoruz. Bu yolculuğa keşif diyorum çünkü her ne kadar bilginin matematiği insanoğlu tarafından keşfedilse de hala gelecekte farklı yolların ve sonların türetildiği macera senaryoları mümkün.
“İnsanın kullanma kılavuzu biyolojidir.” diyor Prof. Dr. Sinan Canan. Yapay zekâyı, hayal ettiğimiz dünyaya ulaşmak için kullanabileceksek önce insanı biyoloji bilimi ile anlamalıyız belki de. Anlam arayan, merak eden, yaşadığı hayatın hep bir üst versiyonuna geçmek isteyen insanoğlunun beyni nasıl çalışıyor? Akıl almaz bir zenginliğe sahip, yaratıcı zihinler nasıl bugünkü geleceği yarattı? İnsanoğlunu kuzenlerinden ayıranın ön beyin olduğunu söylüyor Prof. Dr. Soner Yıldırım. Beynimizin, durup düşünmemizi, analitik ve akılcı hareket etmemizi, strateji geliştirmemizi sağlayan bölgesine yatırım yapmamız gerekiyor. Ve biliyoruz ki bir şeyi ne kadar kullanırsanız o kadar gelişiyor. Bilinçli farkındalığa yaptığımız yatırım bize sonuçlarını yıllar içinde verecek hiç şüphesiz. Okullarda hayata geçireceğimiz bilinçli farkındalık çalışmaları öğrencilerimizin ana odaklanabilmelerini, dürtülerini kontrol edebilmelerini ve nihayetinde kendi kaderlerini yazabilmelerini sağlayabilir.
Bizi yapay zekâdan ayıran en önemli özelliklerden biri duygularımız olsa gerek. “Evren atomlardan değil, hikayelerden oluşuyor.” diyor Burak Günbal. Anlamlandıramadığımız şeylerden korkarız ve güvenlik algımız zedelenir. İşte hikâyelerimizi böyle yaratırız. Korkularımız ve eksiklerimiz bizi hikayelerimizi anlatmaya yönlendirir. Kolektif akıl da birbirimize hikâyelerimizi anlattıkça gelişir. Bu bağlantıda olma şekli belki de yaşamın özü. Prof. Dr. Türker Kılıç “bağlantısal bilim”in günümüzdeki yükselişine değiniyor. Örneğin, herhangi bir bütüne bakmak yerine bu bütünün parçalarının birbiri ile olan bağlantılarına bakmak gibi. Aynı nöronların beynimizde milyonlarca sinaps kurması ve birbiri ile iletişime geçmesi gibi. Yapay zekânın bize öykündüğü nokta da bu olsa gerek. Bilgisayar algoritmaları her ne kadar beyin gibi çalışmasa da, yapay zekâ nöronların bu yeteneğini kıskanıyor, taklit etmeye çalışıyor.
Kılıç’ın en beğendiğim ve çarpıcı sözlerinden biri de “Her bilgi işleyen sistem er geç zekâ üretir. Zekâ oluştuktan sonra kendini oluşturan organizmaya değil, yaşama aittir artık.” Antroposen çağa inat, yaşamın insan için değil, insanın yaşam için olduğunu ne zaman anlayacağız bilmiyorum. “En iyi beyin cerrahları” öğretmenler olarak sistemde tek bir zekâ olduğunu ve bunun da yaşamın zekâsı olduğunu öğrencilerimize öğretmemiz gerekiyor. Çocuklarımızın özgürlüğe ulaşması için sadece bir ağacı değil, ormanı görmelerini ve onun için yaşamalarını öğretmeliyiz.
“Universe 25” deneyi bir toplumun nasıl yok olacağını cevabını veriyor. Önce fareler, sonra sıçanların bir arada yaşadığı ütopik dünyada kaynaklar sonsuz, tehlike yok ve hastalıkların hemen iyileştiriliyor. Çok enteresan bir şekilde popülasyonun bir noktada sabitlendiği ve o ütopyada yaşayan bireylerin sonradan ortaya çıkan olağanüstü davranışlarıyla tüm ırkın yok olduğu bir süreç gözlemleniyor. Hayat tam da bu nedenle mücadele ile evli. Kimi zaman konfor alanından çıkmak istemediğimiz için sürüye ait olmak eğilimindeyiz ve yerimizden kıpırdamak istemiyoruz. İlkel beynimiz bize ne söylüyorsa, dürtülerimiz nasıl hareket etmemizi istiyorsa o şekilde var oluyoruz. Ancak karşımızda yepyeni bir zekâ var ve onu anlamaya çalışmalı, etik kodlar oluşturmalı ve stratejimizi belirlemeliyiz. Rahatlık çemberimizin içinde kaldığımızda bizi yok eden yapay zekâ olmayacak hiç şüphesiz, düşünmemek, sorgulamamak, daha iyisini yapmaya, olmaya ve bilmeye olan mücadelemizin zayıflığı olacak. Kısacası aptallığımız sonumuzu getirecek.
Yapay zekâ henüz minik bir bebek. Onu yetiştiriyoruz her gün girdiğimiz veri, verdiğimiz komut, geliştirdiğimiz dil ile. Onu hastalıkları iyileştiren, insanları barıştıran, susuzluğa çözüm bulan, doğayı canlandıran kurtarıcı olarak da yetiştirebiliriz, insan ırkını yok eden bir canavar da yaratabiliriz. 13 yaşına kadar nasıl bir çocuğa etik değerleri verirseniz yaşamı boyunca o değerleri kullanır, işte yapay zekâ da henüz bir bebekken, her şey çığrından çıkmamışken harekete geçmemiz gerekiyor. Eğitimciler olarak önce öğrencilerimize bu etik değerleri yansıtalım ki, geliştirdikleri teknolojileri bunları dikkate alarak dönüştürsünler. “Teknoloji çok büyük bir güç. Bizi sınırsız kötü uygulamalardan ancak etik ve eğitim durdurur.” diyor Doç. Dr. Şebnem Özdemir. Öğretmenler, sadece organik varlıkların yani öğrencilerin değil inorganik maddelerin de öğretmeni artık O’na göre. Bu neslin takım arkadaşı yapay zekâ olacağı için onları da eğitmeliyiz diyor.
2015 yılında enformasyon matematiği keşfedildiğinden bu yana yapay zekâ hızla ilerliyor. Alana özel dil işleme modellerine sahip olan, dil, görüntü ve ses işleyen, çoklu çalışan yapay zekâ uygulamalarına kolaylıkla yapay zekâ store’undan ulaşabiliyoruz. Yakın zamanda sensörlerle duygularımızı ölçen, buna göre bizimle iletişime geçen, duygusal istemleri (prompt) algılayabilen bir yapay zekâ uygulaması ile karşılaşabiliriz. Artık öğretmenlerin öğretmenler odasındaki diyaloglarında öğrencilerimizin yapay zekâyı nasıl etik ve etkili kullanabileceği, okul yöneticilerinin gündeminde ise veriyi yapay zekâ ile nasıl verimli ve etkili kullanabilecekleri olmalı.
İnsanoğlunun iki temel arayışı oldu hep. Birincisi ölümsüzlük ikincisi de hep daha fazlasını arzulamak. Bilim bir nevi ömrü uzatıyor, fiziksel özelliklerimizi iyileştirmemizi ve daha iyi kullanmamızı sağlıyor, hastalıklarımıza çözüm buluyor. Bilim sayesinde hayattan daha çok keyif alabiliyoruz. Bilim ile insanoğlu hep daha fazlasına ulaşmak istiyor. Daha iyi bir telefon, daha iyi bir ev, daha iyi bir araba, daha iyi bir meslek. Bu arzunun sonu yok. Halbuki bu daha iyisine sahip olmak yerine, daha iyi bir yaşama ulaşmak üzerine hedeflerimizi koysak daha mutlu olmaz mıyız diye sorguluyor Prof. Dr. Yusuf Baran. Çocuklarımız, nasıl doktor, mühendis olacaklarını düşünmek yerine, günümüzün ve geleceğin sorunlarına odaklanamaz mı? Barış içinde bir dünya yaratmak, gıda güvenliğini sağlamak, hak hukuk ve adalet içinde yaşamı sağlamak, küresel ısınmaya çözümler üretmek, yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanabilmek, yoksulluğa karşı mücadele etmek ve daha pek çok küresel sorunun farkında olmak…
Yapay zekâdan öykünüyor belki de, “Siz kendinizin kaçıncı versiyonusunuz?” sorusunu yöneltiyor eğitimcilere, Baran. Her günün yeni bir başlangıç olduğunu, fırsatlarla dolu olduğunu öğretmenler olarak asla unutmamalıyız. Bugün adına yapay zekâ diyoruz, yarın başka bir şey. Eğitimin, bilimin ve liyakatın olduğu her yerde, hayal kurmanın, çok çalışmanın ve asla vazgeçememenin kaslarını geliştirdiğimiz eğitim yuvalarından topluma katkı sunan bireyler yetişecek ve o toplumu ayağa kalkacak hiç şüphesiz. Tam da bu nedenle, Baran “Mesele ümitli olmak değil, ümit olmak.” diyor. Siz “ümit” misiniz?