Okullar peki bu çocuklara layık mı?

by Burcu Aybat

LGS tercih ve yerleştirme dönemi genellikle benim için yoğun geçiyor. Amerikan ya da Alman ekolünde olan, IB programı uygulayan ya da MEB müfredatını takip eden okullarda çalışma şansı yakaladığım için dost ve akrabalar mutlaka ararlar, önce puanlarını ve yüzdelik dilimlerini paylaşırlar ve sonrasında da kendileri için en uygun okulun hangisi olduğuna dair beni bir dizi soru yağmuruna tutarlar. Ben de bu sohbetten son iki yıla kadar büyük keyif alır ve hatta şahsen tanımadığım ebeveynlere bile yol göstermenin gururunu yaşardım. Taa ki pandemi patlayana kadar…

Dünya genelinde 100 gram bile olmayan bir virüsün eğitim sistemini altüst edeceği kimin aklına gelirdi? Son iki buçuk yıldır dijital dönüşümde yaşadığımız gelişmeler, uzaktan eğitimin önümüze açtığı fırsatlar, ebeveynlerin eğitim-öğretim ile ilgili donanımlarının ve sorumluluklarının yeni bir boyut kazanması, öğretmenlerin yeni yetkinlik ve deneyimlerle donanması ve pandemi çocuklarının yeni alışkanlıkları ve davranışları beni bildiğimiz “okul”u sorgulamaya itti. O çok bilindik, 150 yıldır ayakta duran, pek çok öğrencinin ve velinin hayallerini süsleyen, girebilmek için saatlerce bahçesinde beklediğimiz, öğretmenlerine gıpta ile bakıldığı ancak sağlam kale kapılarının ardında nasıl bir eğitimin olduğunu çocuklarımız kapısından girmeden bilemediğimiz okullara tekrar yakından bakma gereği duyuyorum istemeden. 

Prof. Dr. Erhan Erkut, son kitabı “Sistem Çaresiz Eğitim Sizde” de 21. yüzyılda eğitiminin, ve tabii ki okulun, yeniden ele alınması gerekliliğinin arkasındaki sebepleri sıralamış. Bilgi odaklı olan eğitimin içerik patlamasının ardından değerini yitirmesi, nitelikli eğitimin artan maliyeti, temel eğitime ulaşmada artan eşitsizlikler, teknolojinin öğrenmeye getirdiği yepyeni bir pencere, yeni kuşağın her zaman bizi daha da şaşırtan özellikleri, eğitime yatırım yapan çılgın girişimciler, ülkenin ortanca yaşının yükselmesiyle karşı karşıya geldiğimiz “demografik deprem” ve beni olduğu gibi pek çok eğitimciyi yerinden oynatan çılgın pandemi. İşte tüm bu faktörlerin oluşturduğu itici güç günümüzün 20. yüzyıl okulunun 21. yüzyıl okuluna dönüşümünü kaçınılmaz kılıyor. Zamanı, mekanı, öğretmeni, müfredatı, içeriği, kaynakları, disiplinleri, bilgi ve becerileri, pedagojiyi, ölçme-değerlendirmeyi, evrensel standartlaşmayı, bireyselliği, yarışmacılığı… Eğitime, öğrenmeye ve okula dair tüm bu dinamikleri yeniden ele alma ihtiyacını doğuruyor.

Yeni okul kavramını en son ERG Eğitim Laboratuvarı ve Hisar Okulları işbirliği ile düzenlenen “Kendini Tartışan Okul” eğitim konferansında ele almıştık. Bu konferans “Türkiye ve dünyada değişen eğitim paradigmalarını sorgulamayı, eğitime dair önemli konu ve soruları farklı perspektiflerden değerlendirmeyi ve çözüm önerileri üretmeyi” amaçlamıştı. İlk gün alanında uzman konuşmacılar ağırlandıktan sonra, ikinci gün yine uzmanlar eşliğinde katılımcıların tartışmalarına alan açan ve üretmelerini sağlayan bir dizi atölyeler düzenlendi. Bu atölyelerde gün boyu çocuk katılımı, fiziki mekan olarak okul, ekoloji, kapsayıcılık, okul içi ve dışı paydaşlarla iş birliği ve okul iklimi, veri temelli karar alma süreçleri, aktif okul, travmaya duyarlı okul olma, yaşam alanı olarak okul, öğretmenin güçlenmesi, teknoloji, değişim yönetimi ve okulda asla olmaması gerekenler üzerine konuşuldu. Bu tartışmaların devamının geleceğine inanıyorum. Konferans raporunu da okumayı heyecanla bekliyorum.

Nitekim uluslararası arenada bu tartışma pandeminin çok öncesinde başlamıştı. Okulu bir bina olmanın ötesine götürmek, yeni bir öğrenme deneyimi kurgulamak ve bu deneyimi kurgularken de çocuğu, onun ihtiyaçlarını, hayallerini, duygularını, kendisini gerçekleştirebilmesini odağa almak üzerine konuşuluyordu. Okul, çocuğun yaşamdaki rolünü belirleyen, her çocuğun özelliklerine ve ihtiyaçlarına cevap verebilecek kapsayıcı bir ekosistem aslında. Okul, bir yandan da çocuk için farklı anlamlar içeriyor. Çocuk, okulunda öğreniyor, oyun oynuyor, sosyalleşiyor, birey oluyor, kendini keşfediyor, hayatın bir simülasyonunu deneyimliyor. Biz çocuklarımız için seçtiğimiz okulların bu fonksiyonlarını dikkate alıyor muyuz? Ne kadar farkındayız seçim yaparken?

Ezberlediğimiz okulun dışında, dünyanın farklı coğrafyalarında farklı okul modelleriyle karşılaşıyoruz. Evrensel tek tip çocuk modeli yetiştirmenin ötesinde, o coğrafyanın ihtiyaçlarını, kültürünü ve ontolojisini dikkate alan okullar da var. Doğaya saygılı eğitim modelleri olduğu gibi yatay bir hiyerarşinin kurgulandığı, öğrencilerin söz sahibi olduğu demokratik okul modelleri de mevcut. Bazılarında ise fiziksel olarak bir okul bile yok, herşey online. Üniversiteler arasında yaygın ve cesur olan bu alternatif yaklaşımlar, yeni yeni K12 düzeyinde yer almasıyla birlikte gelecekleri çok da parlak. Lambda School (Bloom Institute of Technology), BBOM (Başka Bir Okul Mümkün), Paideia Schools, THINK Global Schools, Green School, Yetkin Gençler ve daha fazlası K12 düzeyinde alternatif okullara örnek olarak gösterilebilir. 

Çürük ve kalıplaşmış eğitim sisteminden koptuğumuz, okulun her noktasının (ister fiziksel ister online) çok ince tasarlandığı, öğrencilerin 20. yüzyıldan kalma kriterlerle sıralanarak seçilmediği, öğrencinin merkeze alındığı, öğrencilerin ilham aldığı, hayalleri ve tutkularını keşfettiği ve yetkinliklerini geliştirdiği, umut veren, çocukların ufkunu açan bir “okul” hayal ediyoruz. Evrensel bir prototip olarak tanımladığımız çocuktan uzaklaşan, çocuğu yakından tanıyan, onu bir birey olarak kabul eden, her birinin yaşantısının biricikliğini tanıyan, çocuğu eğitmekten evrilip onları anlam yaratan, bilgiyi oluşturan ve sosyal olarak etkileşimde olan hak sahibi bireyler olduğunu fark eden bir okul. Çocuklarımız böyle bir okulu hak ettiklerini bize pandemide gösterdiler. Onlar hiçbirimizin olamadığı kadar yaratıcı, dayanıklı, umut dolu, bizim aklımızın alamayacağı özelliklere sahipler. Dünyaları zengin, değerleri güçlü. Çocukları sıralayıp yerleştiren okullar peki bu çocuklara layık mı?

You may also like

Leave a Comment